1987’de yayınlanan Intercourse, o güne kadarki en tartışma yaratan kitabı oldu. “Her cinsel ilişki tecavüzdür” şeklindeki gelenekselleşmiş özeti, analizini büyük ölçüde aşırı basitleştirmektedir. (Dworkin’in gerçek sözleri şöyle: “Toplumun tecavüz saydığı şey değildir ama, toplumun – kabul etmeye zorlandığında – tahakküm saydığı şeydir.” Kitabın 1995’teki ikinci baskısının önsözünde, üçüncü dalga feminizmin, “kadınların seksi ya sevdiği ya da sevmediği bu indirgemeci cesur yeni dünyası” olarak gördüğü şeyden, daha fazla nüans talep eder. Kendi acımasız sesinde, eylemi “işbirlikçiliğe” benzetse de, cinsel ilişki meselesine dair lügatin artmasını savunur, azalmasını değil. Daha sonraki bir özel baskıda, daha ılımlı bir vizyon sunar: “başka, daha derin, daha uzun ve belki de daha şehvetli bir sevişmenin parçası olarak, (varsayımsal) eşitlerin girdiği birçok cinsel eylemden biri olarak cinsel ilişki.” Onun daha tartışmalı ahkamlarını, bu önerme ile telafi edemez miyiz? Vizyonu o kadar mı iflah olmaz görünüyor?

2000’lerin başında lisans öğrencisiydim ve Andrea Dworkin’in “seks karşıtı” yazıları, feminizmin hâkim söyleminde lanetlenmiş, aforoz edilmişti. İçinde olduğumuz kültürel moment, bize cinselliğimizi kucaklamayı, hatta ondan kâr etmeyi öğütlüyordu. Kuir teori akademinin tahtına oturur ve Sex and the City dizisi dişi arzusu etrafındaki TV anlatılarını dönüştürürken, uyanık girişimciler, Girls Gone Wild partilerinden Spice Girls sonrası “Kız Gücü” vaatlerine ve spor salonlarında direk dansına kadar çeşitli şekillerde, “güçlendirmeyi” az ya da çok kinik yollardan pazarlamaya başlamışlardı. Şişman, ciddi ve objeleştirmeye sövüp sayan Dworkin, arzu ve kapitalizmin üçüncü dalga feminist füzyonunun tam zıt kutbunu temsil ediyordu. 2005’te öldüğünde, yazdıklarını henüz okumuş değildim. Ama dokunulmazlığından ve South Jersey gibi ortak bir geçmişimiz olmasından (babam ondan bir yıl sonra Cherry Hill Lisesi’nden mezun olmuştu) etkilenerek internetten parça parça okumaya başladım. Sonra Woman Hating (Kadın Nefreti) kitabının bir kopyasını satın aldım. Dworkin’in kültürleri aşan mizojini analizi, toptan devrim için bir mücadele çığlığıydı. Böyleyken bile, ilerici feministler onun pornografi karşıtı aktivizmini yan yana durulmaz bir pozisyon olarak gördüler. Ve ben de Dworkin hayranlığım konusunda Obama’nın başkanlığı dönemi boyunca büyük oranda sessiz kaldım.
Dworkin’in eserlerinin yeni bir antolojisi olan ve Johanna Fateman ve Amy Scholder editörlüğünde yayınlanan Last Days at Hot Slit, çok farklı bir dönemde ortaya çıkıyor. Fonda alt-sağ beyaz üstünlükçülüğü, LGBTQ hakları için verilen mücadele, #BlackLivesMatter ve #MeToo hareketlerinin olduğu bir zamana, Dworkin’in açık sözlü gazabı pek uygun düşüyor. Trump sonrası dönemin verdiği avantajla bakarsak, Dworkin’in açık savunmasızlığı ve eleştirilerle mücadelesi, internetin ifşa kültürünün habercisi gibi. Daha hayret verici olanı ise, sanat dünyasının nadide aleminde eserlerine yönelik artan ilgi. Last Days at Hot Slit için Lower East Side galerisi Participant Inc’de Mart’ta düzenlenen lansman etkinliği, birçok kesimi bir araya getiren büyük bir kalabalık topladı. Editörlerin okumalarının yanı sıra, yazar ve sanatçılar CD Clifford, Karen Finley, Andrea Long Chu, Shiv Kotecha ve Viva Ruiz’i içeriyordu. Bunlardan birçoğu seks-pozitif feminist eserleriyle biliniyor. Onun siyasi çizgisine katılmasalar da, her okurun Dworkin’in sözcüklerine kattığı enerji çok barizdi.

Bugün Dworkin’in haşin öfkesine acilen ihtiyacımız var. Bu 400 sayfalık kitap, merhum feministin eserlerine genel bir bakış sunuyor ve en şahsi kısımlarına özel bir vurgu yapıyor. Kurgu dışı ilk kitaplarının – Woman Hating (1974), Pornography: Men Possessing Women (1979–89) ve Intercourse (1987–95) – yanı sıra, konuşmalarını, kıymeti az bilinmiş kurgu eserlerini ve daha önce yayınlanmamış metinlerini içeriyor. Benim bu kitapla haberdar olduklarım arasında ebeveynlerine yazdığı mektupları ve Dworkin’in partneri John Stoltenberg tarafından 2005’teki ölümünden sonra bulunan “My Suicide” (1999) makalesi var. Bir intihar notu şeklinde yazılan bu makale, bir Paris otelinde uyuşturucu verilerek tecavüze maruz bırakılmasına dair beyanını takip eden sert bir öz-inceleme. Çektiği diğer travmalar gibi, Dworkin’in “son tecavüzü” de, bir misyon beyanına benzeyen bu metin için didik didik ediliyor. “Terörle ilgili her şeyi bilmem lazım. Ondan her istifade edilişi görmem ve onu harita üzerinde kendi parmaklarımla takip etmem lazım,” diye yazıyor. Karanlık nüktedanlığıyla, “kötü adamlara ve kötü böceklere” saldıran “kötü feromonlarından” şikâyet ediyor. Cevabı belli bir soruyla devam ediyor: “Bir keresinde bir dosta söylediğim gibi, neden senin gibi Shakespeare uzmanı olamıyorum? Neden değersizleştirme ve pislik konusunda bir uzmanım?”
Dworkin’in alçaltılma ve yapısal adaletsizliği dile getirme kabiliyeti, onun dehasıydı ama bazen nüanstan yoksun olabiliyordu. 1946’da Camden, New Jersey’de Yahudi bir aileye doğan Dworkin, işçi sınıfı kökenlerini yansıtır biçimde, seks ve şiddet meselelerini amansız bir dille ele aldı. Onu okurken, insan onun sanki hayatını kurtarmak için yazdığı algısına kapılıyor. Onun bir cinsel ve fiziksel istismar hayatta kalanı olarak hikayesi yürek paralayıcı. Dokuz yaşındayken, bir sinema salonunda bir yabancı tarafından istismara maruz bırakılmış. 1965’te, Bennington’daki üniversite eğitiminin ilk senesinde, New York City’deki bir Vietnam Savaşı protestosunda gözaltına alınıyor ve Kadın Tutukevi’nde acımasız bir “bekaret kontrolü”ne maruz bırakılıyor. Dört yıl sonra Dworkin Hollanda’ya taşınıyor ve Hollandalı bir anarşistle evleniyor. Bu ilişki korkunç bir istismar ilişkisi ve Dworkin kocasından neredeyse ölümcül dayaklar yiyor. Kendisini bu evlilikten kurtarırken, Ricki Abrams gibi feminist dostlar ediniyor. Bu dönemde geçinmek için, ve gençliğe özgü diğer geçiş momentlerinde, bir fahişe olarak çalışıyor. Feminist teoriye girişinin bir seks işçisi olduğu döneme denk gelmesi tesadüf değil; pornografinin ve fuhşun ortadan kaldırılmasını, kadınların kurtuluşu için olmazsa olmaz görüyor.
Dworkin 1972’de Hollanda’dan kaçıp Amerika’ya (külliyatında Amerika’yı aynen böyle, “k” harfi ile yazıyor) döndü. Kısa süre sonra Woman Hating’in yayınlanması ile birlikte, militan bir lezbiyen feminist olarak ortaya çıktı. Kitabın başlangıçta Abrams ile birlikte yazılmış olan ilk taslaklarına geçici olarak Last Days at Hot Slit adı verilmişti. Fateman ve Scholder, bu başlığı kendi antolojileri için kullanmışlar. Girişte, bir müzisyen ve sanat eleştirmeni olan Fateman, Dworkin’i ergenlik yıllarında nasıl keşfettiğini anlatıyor: “Öfkeli bir otorite modeliydi; amirane sesi ve kirli ağzı, şerhten, kelime oyunlarından veya insanın kendi sübjektif sınırlarını sonsuzca öne sürmesinden yoksun bir feminist literatürü temsil ediyordu.” Dworkin, “siktir” lafını taramalı tüfek gibi kullanıyordu ve kendisi hakkında kötü konuşanları kısa ve özlü edepsiz cümlelerle tarumar etmekte mahirdi. Onun kendi sözleriyle, “tecavüzden daha dehşet verici, işkenceden daha alçaltıcı … fuhuştan daha çok tehdit ve saldırganlıkla dolu bir dille yazmak” istiyordu.
Bu agresif söylem stratejisi, onu daha ana akım feminist çağdaşlarından uzaklaştırdı. Ve kendisini seks-pozitif feministler için ballı bir hedef haline getirdi. 1970’lerin başlarında, Pornografi Karşıtı Kadınlar gibi örgütlere destek verdi. 1983’te, Dworkin, avukat Catharine MacKinnon ile birlikte, başarısız olan “Pornografi Karşıtı Medeni Haklar Fermanı”nı kaleme aldı. Bu ferman, müstehcenlik suçlamasında bulunmak yerine, kadınların pornoculara ve porno dağıtımcılarına karşı tazminat davası açmasına imkân verecek bir yasa önergesiydi. En kendi aleyhine olan hamlesi, bu yasayı geçirmek için muhafazakâr kadınlarla saflaşması oldu. Right Wing Women (Sağcı Kadınlar, 1983) kitabında, kendisine karşı açıktan homofobik ve antisemit tavırlar sergilerken bile, bu sağcı kadınların psikolojisini anlamaya çalışır. Aynı yıl, kuir aktivistler dahil seks-pozitif eleştirmenlerini, ilk kez bu derlemede yayınlanan “Goodbye to All This” adlı bir metinde haşladı. Yine de, bu derlemenin editörleri, Dworkin’in eserlerine yönelik yirmi yıllık olumsuz tepkilerin, kadına yönelik patriyarkal beklentilerin bir semptomu olduğunu ileri sürüyorlar; kadınlar ya mükemmel olmalı, ya da çenesini kapamalı.
Fateman, bizden Dworkin’i kusursuzluktan ziyade büyüklük açısından değerlendirmemizi istiyor. “Büyüklük, mükemmellik veya popülerlik ile eşanlamlı değildir,” diyor. “Büyük adamlar, tanım gereği, bizi karşı karşıya gelmeye zorladıkları ikilemlerle ölçülürler. Oysa zekâ küpü ve tutku dolu bir kadın, ister çok fena isterse, diyelim ki sadece sorunlu olarak görülsün, bazen ölümcül şekilde yerden yere vurulur.” Dworkin “MAGA” meraklılarının ucuz nostaljisinin çok uzağında, karmaşık bir büyüklük peşindeydi. Linda Nochlin’in paradigma değiştiren “Why Have There Been No Great Women Artists?” (Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Olmadı?) makalesinin sorusuna cevap verecek olsaydı, çünkü öyle olmak için neleri kaybedeceklerinden korkuyorlardı, derdi. Dworkin’in ödünsüz feminizminin kusurları vardı ama kendine düşman edinecek diye de geri durmuyordu.
O zaman, Dworkin’in en çok bilinen metinleri onlarca yıl sonra ne kadar alakalı? Bazı fikirler şaşırtıcı ölçüde günümüze hitap ediyorken, bazı başkaları hemen yaşını gösteriyor. Örneğin Woman Hating kitabında, Dworkin, kesişimselliğin feminist teoride oynadığı rolün erken bir kıymetlendirmesini yapıyor. 1975’te üniversitelerde yaptığı bir konuşma olan “The Rape Atrocity and the Boy Next Door” (Tecavüz Vahşeti ve Yan Kapıda Oturan Oğlan) metninde, tecavüz yasasının kökenlerinin nasıl mülkiyet yasasına dayandığını açık seçik anlatıyor. Tamamlayıcı kanıt gerekliliğinin kaldırılması ve evlilik içi tecavüzün suç sayılması dahil, savunduğu reformlar, okurlara Dworkin gibi militanların ne kadar etkili olduğunu ve ikinci dalga feministlerin ne kadar çok hukuksal mücadele verdiğini hatırlatıyor. ABD’de kürtaj haklarının saldırı altında olduğu böyle bir dönemde – Alabama’da kürtajı neredeyse tamamen yasaklayan bir yasa çıkarıldı – bu siyasi stratejilere her zamankinden çok ilgi göstermemiz gerek. Bir başka merkezi metni olan Pornography kitabı, tüyler ürpertici tasvirlerden ve kapsamlı ithamlardan marazi bir zevk alıyor (insan Dworkin keşke sanat eleştirmeni olsaydı diyor!) ama bunun da kökenlerinde, sektördeki yapısal eşitsizliklere ilişkin argümanı var. “İnsan, nasıl olur da hem ırkçılıkla mücadele edip hem de ırkçı bir şey karşısında mastürbasyon yapar? Sol, hem orospularım olsun, hem de siyaset yapayım diyemez,” diye yazar.
İlkin AIDS krizinin zirvesinde olduğu 1987’de yayınlanan Intercourse, o güne kadarki en tartışma yaratan kurgu dışı eseri oldu. “Her cinsel ilişki tecavüzdür” şeklindeki gelenekselleşmiş özeti, analizini büyük ölçüde aşırı basitleştirmektedir. (Dworkin’in gerçek sözleri şöyle: “Toplumun tecavüz saydığı şey değildir ama, toplumun – kabul etmeye zorlandığında – tahakküm saydığı şeydir.” Kitabın 1995’teki ikinci baskısının önsözünde, üçüncü dalga feminizmin, “kadınların seksi ya sevdiği ya da sevmediği bu indirgemeci cesur yeni dünyası” olarak gördüğü şeyden daha fazla nüans talep eder. Kendi acımasız sesinde, eylemi “işbirlikçiliğe” benzetse de, cinsel ilişki meselesine dair lügatin artmasını savunur, azalmasını değil. Daha sonraki bir özel baskıda, daha ılımlı bir vizyon sunar: “başka, daha derin, daha uzun ve belki de daha şehvetli bir sevişmenin parçası olarak, (varsayımsal) eşitlerin girdiği birçok cinsel eylemden biri olarak cinsel ilişki.” Onun daha tartışmalı ahkamlarını, bu önerme ile telafi edemez miyiz? Vizyonu o kadar mı iflah olmaz görünüyor?

Dworkin’in nasıl algılandığının en kafa karıştırıcı yönlerinden biri, kendisinin sözleriyle, kitaplarının “patriyarkanın entelektüel egemen sınıfı tarafından, Viktoryen [muhafazakâr] veya tutucu – cahilin ampirik eşanlamlıları – denilerek el tersiyle kenara itilmesi.” Eserleri ağulu olmasına rağmen, şahsi deneyimden kök almaktadır. Dworkin, Intercourse kitabında şöyle yazar: “Sikişme konusunda erkeklerden daha fazla şey bildiğimi mi söylüyorum? Evet, öyle. Bildiklerim sadece farklı şeyler de değil: daha fazla ve daha iyi, daha derin ve daha geniş; kullanılan herkesin, kullananı bildiği gibi.”
Geçtiğimiz 18 ay içinde, cinsel saldırı ve tecavüz kültürüne dair dünya gündeminde süren tartışmalar, sanatsal temsil meselelerine de sıçradı. Dworkin, nihayet yüksek sanat kitlesine ulaşmış görünüyor. Fateman’ın kendisi, 2018’deki bir Artforum makalesiyle kılıcını attı: “Tecavüz bir mecaz, bir sanat tarihi konusu olmalı, erkeklerin geleneksel olarak hakkını yediği düşmüş insanlara ait bir konu.” The Un-heroic Act: Representations of Rape in Contemporary U.S. Women’s Art (Kahramanca Olmayan Sanat: Çağdaş ABD Kadın Sanatında Tecavüz Temsilleri) sergisi, onun çağrısına verilen bir yanıttı. Gösterinin tecavüze ilişkin kesişimsel tartışmaları genişletme konusunda konferans turneleri üzerinde canlı bir etkisi oldu. Sayısız başka sergi ve sanatçı konuyu eserlerinde, toplumsal cinsiyet kalıplarına hapsolmuş, heteronormatif çerçevenin ötesine geçen şekillerde ele aldı.
Ancak #MeToo hareketi, sanatçı Coco Fusco’nun ayrıntılı bir şekilde ele aldığı üzere, cinsel istismar konusundaki belirgin potansiyeline rağmen, sanat dünyasında sınırlı bir etki yarattı. Bu belki de sanat dünyasında işlerin gayri resmi işleyişinden ya da bu dünyanın sosyal doğasından kaynaklıdır ya da sanatın patriyarkal iktidarla olan yakınlığının bir sonucudur. Dworkin’de tüm cevaplar yok. Çağdaş sanat üzerine hiç yazmamış ve pornografi ile ilgili argümanları, içinde olduğumuz momentin şiddet temsillerini nasıl ihya ettiğini görse, nefret edeceğine işaret ediyor. Ancak sunduğu bir şey var: patriyarkal taraflılığın hiç özür dilemeyen, son derece net görüşlü bir anlatısı ve boyun eğmez bir direniş çağrısı; bu pozisyonun aciliyetinin, böylesine emin bir şekilde nasıl yenilendiği ise, acı verici.
***
Andrea Dworkin (1946-2005)
“Kadın doğulmaz, kadın olunur. Bu oluş sürecinde, kadının insanlığı imha edilir. Şunun sembolü, bunun sembolü haline gelir: toprak ana, evrenin orospusu; ama asla kendisi olamaz çünkü bunu yapması ona yasaklanmıştır.”
“Sizden fuhuş yaptırılan, evsiz, dayak yiyen, tecavüz edilen, işkence edilen, öldürülen, tecavüz edilen ve sonra öldürülen, öldürülen ve sonra tecavüz edilenleri hatırlamanızı isteyeceğim; ve sizden fotoğraflananları, başına yukarıdakilerin herhangi biri veya tümü gelen ve bunlar olurken fotoğraflananları ve şimdi bu fotoğrafların özgür ülkelerimizde satılık olduğunu hatırlamanızı isteyeceğim. Başkalarının eğlencesi, başkalarının keyfi, başkalarının ifade özgürlüğü için incitilenleri; kar için, pezevenklerin ve girişimcilerin maddi çıkarı için incitilenleri hatırlamanızı istiyorum. Faili hatırlamanızı istiyorum ve sizden kurbanları hatırlamanızı isteyeceğim: sadece bugün değil, yarın ve ertesi gün de. Onları – failleri ve kurbanları – ne yaptığınıza, nasıl düşündüğünüze, nasıl hareket ettiğinize, neyi önemsediğinize, hayatınızın sizin için ne anlama geldiğine dahil etmenizi istiyorum.
Şimdi, biliyorum, bu odada, bazılarınız, burada sözünü ettiğim kadınlar. Bunu biliyorum. Etrafınızdakiler bilmiyor olabilir. Sizden, size ne yapıldığına dair hatırlayabildiğiniz her şeyi – nasıl, nerede, kim tarafından, ne zaman ve eğer biliyorsanız, neden yapıldığını – kullanarak eril tahakkümü paramparça etmeye başlamanızı, onu tarumar etmenizi, kırıp dökmenizi, düzenini bozmanızı, altüst etmenizi, onun ayağına dolanmanızı, onu mahvetmenizi isteyeceğim. Sizden direnmenizi, itaat etmemenizi, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını yok etmenizi, onu kabullenmeyi reddetmenizi, ondan tiksinmenizi ve size neye mal olursa olsun onu değiştirmek için gereken her şeyi yapmanızı istemek zorundayım.”
“Tecavüzün kaçınılamaz ya da doğal olduğuna inanmıyorum. Buna inansaydım, burada olmam için hiçbir sebep olmazdı. İnansaydım, siyasi pratiğim şu an olduğundan farklı olurdu. [Kadınlar olarak] size [erkeklere] karşı neden silahlı mücadele vermediğimizi hiç merak ettiniz mi? Sebebi bu ülkede mutfak bıçakları kıtlığı olması değil. Çünkü, aksini gösteren tüm kanıtlara rağmen, sizin insanlığınıza inanıyoruz.”
“Feminizmden nefret ediliyor çünkü kadınlardan nefret ediliyor. Feminizm karşıtlığı kadın düşmanlığının doğrudan bir göstergesi; kadınlardan nefret etmenin siyasi savunusu.”
“Birçok kadının feminizme direnmesinin sebebi, sanıyorum ki, kültüre, topluma ve tüm kişisel ilişkilere sirayet etmiş vahşi kadın düşmanlığının tamamen bilincinde olmanın getireceği ıstırap.”
“Korkaklığın tanımını isterseniz eğer, üzerlerinde yürüyebilmek için tüm bir insan sınıfını aşağı bastırmaya ihtiyaç duymaktır.”
“Bu dünyada dişi olmak, bizden nefret etmeye bayılan erkekler tarafından insani tercih potansiyelimizin çalınması demektir. Özgürce tercihler yapılmaz. Bunun yerine, eril cinsel arzusunun objesi haline gelmek için [gereken] beden tipine ve davranış ve değerlere uyum gösterilir. Bu ise, geniş bir aralıkta tercih yapabilme kabiliyetinin terk edilmesini gerektirir…
Erkekler de tercih yapar. Bizi hor görmemeyi ne zaman seçecekler?”
“Kadın, zekâsını kullanmanın daha kibar yollarını bulmaya çalışacaktır. Ama zekâ hanım işi değildir. Zekâ aşırılıklarla doludur. Keskin zekâ duygusallıktan tiksinir, ve kadınlar, etraflarındaki erkeklerin dehşetli aptallığına kıymet vermek için duygusal olmak zorundadır. Marazi zekâ, pozitif düşüncenin ve ebedi tatlılığın neşeli günışığından tiksinir; ve kadınlar günışığı ve neşeli ve tatlı olmak zorundadır, aksi halde kadının, rüşvet verir gibi gülücükler dağıtarak günün sonunu getirmesi mümkün olmaz. Yabani zekâ her türlü dar dünyadan tiksinir; ve kadınların dünyası dar kalmalıdır, aksi halde kadın sınır ihlal etmiş olur. Hiçbir kadın, sonunda kendini genelevde veya lobotomi yapılmış bulmaksızın, Nietzsche ya da Rimbaud olamaz. Her hayati zekânın, tutkulu soruları, agresif cevapları vardır; ama kadınlar kâşif olamaz; dişi aklına sahip bir Lewis ya da Clark olamaz.”
“Bir kadının bedeninin her türlü ihlali erkekler için seks olabilir; pornografinin özündeki hakikat budur.”
“’Kadınla yatar gibi erkekle yatmayacaksın; menfur şeydir.’ (Levililer 18:22). Bunun anlamı, basitçe, erkeklerin, adet olduğu üzere, gururla, erkekçe kadınlara yaptığı şeyi diğer erkeklere yapmasının, aykırı ve pis bir şey olduğudur: onları cansız, boş, içe bombeli şeyler olarak kullanmak; onları teslim alarak sikmek; onları sert seksle buyruk altına almak.”
“Tecavüz, dayak, zorla gebelik, tıbbi kasaplık, motivasyonu seks olan cinayet, zorla fuhuş, [kadın sünneti gibi] fiziksel kesip biçme, sadistçe psikolojik taciz ve dişi deneyimin geçmişten deşilip çıkarılan ya da günümüzdeki kurbanlar tarafından aktarılan diğer yaygın tanıklıklarının kalpleri sıkıştırması, zihinlere ıstırap vermesi, bilinçleri isyan ettirmesi gerek. Ama öyle olmuyor. Bu öyküler ne kadar sık, ne kadar net ya da etkili, acılı ya da kederli anlatılırsa anlatılsın, rüzgâra fısıldansa veya kuma yazılsa daha iyi: sanki hiçmişler gibi yok oluyorlar. Anlatıcılar ve öyküler görmezden geliniyor veya alay konusu ediliyor, çenelerini kapatmaları için tehdit ediliyor veya imha ediliyor ve dişi ıstırabının deneyimi, kültürel görünmezlik ve hakir görme içine gömülüyor… kadınların maruz kaldığı taciz gerçekliğinin ta kendisi, kahredici yaygınlığına ve sürekliliğine rağmen, yok sayılıyor, kenara itiliyor. Gündelik yaşamdaki işlemlerde yok sayılıyor ve tarih kitaplarında yok sayılıyor, dışarıda bırakılıyor, ve ıstırabı önemsediğini iddia eden ama bu ıstıraba kör olanlarca yok sayılıyor.
Sorun, basitçe ifade edilecek olursa, kadının ıstırabının hakikiliğini algılamak için, önce onun var olduğuna inanmanın gerekmesi. Kadınların kayda değer varlıklar olarak var olduğuna ne erkekler ne de kadınlar inanıyor. Tanımı gereği haysiyet veya özgürlük talep etme meşruiyetine sahip olmayan birinin, aslında bir şey, bir obje, bir yitiklik olarak görülen birinin ıstırabını gerçek olarak hatırlamak imkânsız. Bir kadın, milyonlarla çarpılan bireysel bir kadın, kendi ayrıksı var oluşuna inanmıyorsa ve bu nedenle kendi ıstırabının hakikiliğini teslim edemiyorsa, silinir, sıfırlanır ve yaşamının anlamı, her ne ise, her ne olmuşsa, kaybolur. Bu kayıp hesaplanamaz ya da akla sığdırılamaz. Muazzam ve korkunçtur ve yerini hiçbir şey dolduramaz, telafi edilemez.”
“Ezilmişliğin temelinde, kişinin, kendisini kendi seçtiği kriterlere dayanarak üstün olarak tanımlayanlar tarafından dışarıdan tanımlanması yatar.”
“Kadınlara zorla dayatılan şeyin kadınların özgürlüğünün bir standardı haline gelmesi ve tüm kadınların bunun böyle olduğunu söylemesi, dilin nakletme gücünün ötesinde bir trajedidir.”
“Biri, tam bir şahıstan daha azı olan birini nasıl sevebilir, aşkın kendisi tahakküm değilse eğer?”
“Nesneleştirilme konusundaki dişi bilgisi, gerekli ama yüzeysel [yeterli olmayan] bir kavrayışa kadar gelip durur: güzellik ödüllendirilmekte ve güzel olmamak cezalandırılmaktadır. Cezalar kişisel talihsizlikler olarak anlaşılır; sistematik, kurumsal veya tarihsel oldukları görülmez. Kadınlar, güzel oldukları için cinsel kullanım yoluyla da cezalandırıldıklarını anlamazlar; ve kadınlar, erkekler bu kadınları cezalandırmayı, ihlal etmeyi, veya imha etmeyi her şekilde becerse de, erkeklerin şehvetli bir cezalandırma, ihlal etme, veya imha etme arzusu uyandırmayan çirkin kadınların bulaşmasından kendilerini ve kendi toplumlarını korumak için her yola başvuracağını anlamazlar.”
“Erkeklerle eşit olmaya adanmış bir dava, fakir yerine zengin; tecavüz mağduru yerine tecavüzcü; maktul yerine katil olmaya adanmış bir davadır.”
“Bu erkek dünyasında orospu olmak, kadının kendisine konulan sınırları ihlal etmesi değildir; kadının kendisine konulan sınırları ihlal etmesi, kendisinin sahibi, kendi bedeninin ve onun kontrolünün sahibi olmasıdır, bedeninin bütünlüğüne erkeğin değil kendisinin sahip olmasıdır. Fuhuş kâğıt üzerinde yasa dışı olabilir ama hiçbir fahişe, bir sınıf olarak erkeklerin imtiyazlarına veya iktidarına fuhuş üzerinden karşı gelmiş değildir. Hiçbir fahişe özgür bir dünyada bir kadın tarafından zekâ ve bütünlükle kullanılabilecek hiçbir özgürlük veya eylem modeli sunmaz; model, sahte dişi cinsel devrimcilerin, avanak ‘özgür’ kızların aklını çelmek ve onlardan haz alan erkeklere hizmet etmek için vardır.”
“Eril üstünlüğü, dille kaynaşmıştır, o kadar ki, her cümle onu hem müjdeler hem de teyit eder. Esasen dil olarak deneyimlenen düşünceye, açıkça kadınları ikincilleştirmek için geliştirilmiş olan dilsel ve algısal değerler nüfuz etmiştir. Her konunun parametreleri erkekler tarafından tanımlamıştır. Tüm feminist argümanlar, niyet veya sonuç itibariyle ne kadar radikal olursa olsunlar, güvenilirliğini veya hakikiliğini erkeklerin adlandırma gücünden alan eril sistem içindeki iddialar veya öncüller ile birlikte ya da onlara karşıdırlar. Adlandırma gücüne erkekler sahip olduğu sürece, eril sistemin aşılması mümkün değildir… Prometheus’un tanrılardan ateşi çaldığı gibi, feministler de erkeklerden, umulur ki daha sonuç alıcı şekilde, adlandırma gücünü çalacaklardır.”
“O, kalbinde, kurtulamayanlar için yas tutuyor. Ruhunda, şu an eskiden kendisinin olduğu gibi olanlar için bir savaşıyor. Yaşamında, kadınların hayatta kalma, olma, eyleme, kendisini ve toplumu değiştirme kabiliyeti ve iradesinin hem öncüsü hem de kanıtı. Ve her yıl o daha güçlü ve ondan daha çok oluyor.”
“Trajedi şu ki, kadınlar hayatta kalmaya o kadar kilitlenmişler ki, intihar ettiklerinin farkında değiller.”
“Feministler, kadınlara eşit iş için eşit ücret ödendiğinde, kadınların ekonomik bağımsızlığın yanı sıra cinsel bağımsızlık da kazanacağını biliyorlar. Ama feministler, kadından nefret eden bir toplumsal sistemde, kadınlara asla eşit ücret ödenmeyeceği gerçeği ile yüzleşmeyi reddediyorlar. Erkekler, tüm o iktidar kurumlarında, kadınların cinsel emeği ve cinsel boyun eğdirilmişliği üzerinden güçlü kalıyor. Kadınların cinsel emeği devam ettirilmek zorunda; ve cinsiyet açısından nötr iş için sistematik düşük ücretler, kadınları hayatta kalmak için seks satmaya zorluyor. Kadınlara erkeklere ödediğinden daha düşük ücretler ödeyen ekonomik sistem, aslında kadınları evlilik veya fuhuş dışında çalıştığı için cezalandırıyor, çünkü kadınlar düşük ücretler için çok çalışıyor ve yine de seks satmak zorunda kalıyorlar. Kadınları yatak odasının dışında çalıştıkları için düşük ücretler ödeyerek cezalandıran ekonomik sistem, kadınların erkeklere cinsel olarak hizmet etmenin her kadının yaşamının gerekli bir parçası olduğu algısını ciddi şekilde pekiştiriyor: aksi takdirde, nasıl yaşayabilir? Feministler, eşit işe eşit ücretin basit bir reform olduğunu düşünüyor gibiler, oysa bu reform dahi değil; bu bir devrim. Feministler, erkekler kadınlara hükmettiği müddetçe eşit işe eşit ücretin imkânsız olduğu gerçeği ile yüzleşmeyi reddediyorlar, sağcı kadınlar ise bu gerçeği unutmayı reddediyorlar.”
“Erkekler çoğu zaman kadınların sözlerine—konuşma olsun, yazma olsun—sanki şiddet eylemiymiş gibi tepki verirler; erkekler bazen kadınların sözlerine şiddetle tepki verirler. Bu yüzden sesimizi alçaltırız. Kadınlar fısıldar. Kadınlar özür diler. Kadınlar çenesini tutar. Kadınlar olarak bildiklerimizi önemsizleştiririz. Kadınlar büzülür. Kadınlar geri çekilir. Birçok kadının, hiçbir tehdidin boş olmadığını bilecek kadar erkek tahakkümü tecrübesi—kontrol, şiddet, aşağılama, hakaret—vardır.”
“Kökü kız kardeşlikte olan değerler tesis etmemiz gerek derken, şiddetsizlik ile ilgili eril mefhumları bir an için bile olsun kabul etmememiz gerektiğini söylemek istiyorum. Bu mefhumlar bizlere yönelik sistematik şiddeti bir kez olsun kınamamıştır. Bu mefhumları benimsemiş erkekler, kendi başlarına kadına yönelik şiddet arz eden eril davranışları, ayrıcalıkları, değerleri ve ahkam kesmeleri asla kınamamışlardır.”
“Erkekler dişi cinselliğini inşa etmişlerdir ve bunu yaparak kadınlarda cinsel zekâ şansını yok etmişlerdir. Cinsel zekâ, erkeklerin kadınlar için uydurduğu sığ, mukadder cinsellikte yaşayamaz.”
“Aşağı olmak, kadınların başına geldiğinde bile banal ya da tesadüfi değildir. Kötü bir cilde veya gözlerin altında siyah halkalara sahip olmak gibi önemsiz bir dert değildir. Aksi halde mükemmel olan bir resimdeki yüzeysel bir kusur değildir. Küçük bir tahriş değildir, ne de eften püften bir sıkıntı, rasgele bir fenalık, ya da talihsiz ama (açık ki) zararsız bir adap eksikliği. Yumuşak ciltli bazı insanların ‘nahoş’ bulduğu bir ‘bakış açısı’ değildir. Bir kişinin yaşamda derin ve yıkıcı şekilde değersizleştirilmesidir, haysiyetinin ve özsaygısının tarumar edilmesidir, insan kıymetinden ve insan görülmekten zorla sürgün edilmesidir, bir kişinin, tamlık veya içsel bütünlük ihtimaline dahi, zorla yabancılaştırılmasıdır. Aşağı olmak, meşru özsevgiyi erişilemez kılar, onu hakaretle biteviye tekrarlanan bir kabusa parçalanan bir rüyaya dönüştürür; aşağı olmak, içten kırılmış ve aşağılanmış bir kişi yaratır. Döküntüler—asla bütün olamayacak birinin saçılmış parçaları ve sivri kıymıkları—daha sonra onun cinsi için neyin normal olduğunun standardı yapılır: kadınlar böyledir işte. Onu inciten hakaret—doğumundan bu yana devam eden, bir saldırı olarak aşağılama—onun sözde doğasının, aşağı bir doğanın sonucu olarak görülür, sebebi değil. Zarif bir dil olan İngilizcede, ona parça [piece] bile denilir. Şahsi deneyiminin muhtemel ki yeterince sevgi görmemek olacaktır. Onun öznelliğinin kendisi ikinci sınıftır, kendisi dünyada nasıl aşağı ise, deneyimleri ve algıları da dünyada aşağı olacaktır. Onun deneyimi psikolojik olarak aşağılayıcı bir yargıya indirgenecektir: hiç sevgi görmemiştir çünkü hep ilgiye muhtaçtır, nevrotiktir, hissettiği sevgi yetersizliğinin bizatihi kendisi, derinde yatan ve doğal bir bağımlılığın kanıtıdır. Kişisel deneyimlerine veya algılarına asla içinde bir gıdım gerçeklik payı varmış muamelesi yapılmaz. Ama o, asla yeterince sevilmez. Hakikatte; gerçekten; objektif olarak: asla yeterince sevilmez. Konrad Lorenz’in yazdığı gibi: ‘Birinden her bakımdan aşağı olan bir kimseye gerçek bir sevgi duymanın mümkün olduğundan kuşku duyarım.’ Ona verilmiş o kadar çok kirli ad vardır ki, bunların hepsini öğrenmek mümkün değildir, insanın kendi ana dilinde bile.”
“Meta orospu olduğunda kapitalizm kötü veya zalim olmuyor; yabancılaşan işçi dişi et parçası olduğunda kâr kötü veya zalim olmuyor; söz konusu şirketler amcık sattığında şirketlerin insanları iliklerine kadar sömürmesi kötü veya zalim olmuyor; siyah amcık veya sarı amcık veya kırmızı amcık veya Hispanik amcık veya Yahudi amcık bacaklarını erkeğin zevki için açtığında ırkçılık kötü veya zalim olmuyor; yoksulluk, kendilerinden başka satacak şeyi olmayan mülksüzleştirilmiş kadınların yoksulluğu olduğunda kötü veya zalim olmuyor; güçlülerin güçsüzlere karşı şiddeti, adını seks koyduğumuzda kötü veya zalim olmuyor; kölelik, cinsel kölelik olduğunda kötü veya zalim olmuyor; işkence görenler kadın, orospu, amcık olduğunda işkence kötü veya zalim olmuyor. Yeni pornografi solcu; ve yeni pornografi Solun ölmeye gittiği büyük bir mezarlık. Sol, hem orospularım olsun, hem de siyaset yapayım diyemez.”
“Kadınların özgürlüğü açık ki pezevenklerin özgürlüğünden daha fazlasını ifade etmeli bize.”
“Özgürlük bir soyutlama değildir, birazcığı yeterli bir şey de değildir. Biraz daha fazlası da yeterli değildir. Daha azına sahip olan, daha az olan, özgürlük ve haklardan yoksun olan kadınlar, böylelikle şaşmaz şekilde daha az özsaygıya sahip oluyor: insanın cesur ve dürüst bir yaşam sürmek için ihtiyaç duyduğundan daha az özsaygı.”
“Çoğu zaman, aileyi bir arada tutmak adına, kadın sürekli tekrarlanan dayağı, tecavüzü, duygusal işkenceyi ve sözlü aşağılamayı kabul edecektir; alçaltılacak ve utandırılacak ama buna dayanacaktır, aksi halde kaçarsa adam onu öldürür. Sözüm ona geleneksel aileyi savunurken kendinden geçen politikacılara, ailede erkek yokken kaç kadının dayak yediğini ve kaç çocuğun tecavüze uğradığını sorun. Sıfır, mükemmel ve cesaret verici bir sayıdır, ama eril üstünlükçü kültürlerdeki politikacılar arasında kim, sıfıra kadar saymayı biliyor ki?”
Kaynak:
Çeviri: Serap Güneş
Bir Cevap Yazın