Kadının kadına zalimliği – Liberation Collective*

sisterhood

liberationcollective.wordpress.com

“Feminist kadınlar olarak, kız kardeşliğe mecbur olduğumuzu biliyor, bu yüzden onu el üstünde tutuyorduk, yokluğunda bile. Onu çaba göstererek değil, sırf lafzı ile var etmek istiyorduk.” Phyllis Chesler, ‘Woman’s Inhumanity to Woman’ (Kadının Kadına Zalimliği) (2002/2009)

Kadınlar arasındaki ‘yatay düşmanlık’ üzerine yazılmış feminist yazılar, onu önemsizleştirmenin, ‘etrafından dolanmanın’ veya ona birbirimizle olan ilişkilerimizde feminist topluluk etiğinin yeni temellerini yaratarak çare bulmanın çeşitli yollarını ifade etmeye eğilimlidir genelde. Düşmanlığın var olduğu hep kabul edilse de, bunlar aynı zamanda az ya da çok ütopyacı “çözümler” önererek sorunu “aman işimize bakalım” şeklinde öteleme konusunda güçlü bir arzuyu da yansıtıyorlar. Bu yüzden kadın dostluğunun ve feminist etiğin nasıl olması GEREKTİĞİ üzerine, “lazım”la dolu epeyce kitabımız var.

Benzer ‘çözümler’ peşindeyseniz bu kitap size göre değil. Phyllis Chesler herhangi bir ‘çözüm önermiyor ama ‘sorunu anlamak, çözmenin yarısıdır’ (ama yalnızca yarısıdır!) anlayışına paralel bir daha iyi anlayabilme çabasıyla sorunun ‘kökenlerine’ inip kadınların hem kişisel hem de politik olarak bu gibi düşmanlık deneyimlerinin ortak özelliklerini açığa çıkarmaya çalışıyor. Kadınlara yönelik erkek şiddetinin kadınlara ve feministlere yönelik çok daha ciddi sonuçları olan çok daha açık bir tehdit olduğu aşikâr ama Chesler kadının kadına karşı saldırganlığının tabu haline geldiğini ve alakasız görerek göz ardı etmemiz veya devrimle birlikte sihirli bir şekilde ortadan kalkacağı öğretilen bir “drama” olarak önemsizleştirildiğini not ediyor.

Chesler, diğer feministlerin kendi araştırmasını “manasız” veya “düşmanın eline koz vermek” olarak görebileceğini kabul ediyor ve kitap boyunca birçok yerde bu meseleyle neden uğraştığına dair derdini açıklamaya çalışıyor. Kadınlar arasındaki bu “drama”nın kadın cinsiyeti arasında küresel ölçekte geçerli olan ortak kalıplara sahip, ve aynı zamanda sınıf ve ırk hatlarını kesen yönleri de olan, ciddi bir dolaylı şiddet olduğuna inanıyor. Birbirlerinin suratına asit atan (hem gerçekten hem de metaforik olarak) kadınlardan, namus cinayetlerine dolaylı olarak sebebiyet veren dedikoduya ve “ilgi manyağı” ergen kız kliklerine kadar. Kolayca varoluşsal krizleri tetikleyebilen ve hem kişisel hem de politik dayanışmanın altını oyan kadınların kadınlara karşı zalimlikleri, psikolojik olarak son derece yıkıcı deneyimler aslında.

Chesler, kadınlar arası düşmanlık konusunun bağlamını araştırmacılardan alıntılarla, mitsel metaforları inceleyerek, edebiyattan, antropolojiden, psikolojiden ve kendi şahsi hikayelerinden ve 20 yıldan uzun bir süre boyunca toplanan etkileyici bir biyografi ile 200 kadar görüşmeden anekdotlarla kuruyor.

Kadınların diğer kadınlara karşı içselleştirilmiş kadın düşmanlığını motive eden ham duygusal psikolojiyi didikleyerek, Chesler zeminini çocuklukta öğrendiğimiz Anne-Kız ve Kız Kardeş ilişkilerinin paradoksal sorunlu çocukluk deneyimi bağlamına oturtuyor. İlgi çekici bir not, genç ikinci dalga feministlerinin kendilerine “Annesiz Kız Çocukları” demiş olmaları.

Chesler, Madonna’nın/Fahişenin kadınlarına karşı erkek nazarının ayna yansıması olarak, Melek Öz Anne/Şeytan Üvey Anne olarak kadınlara karşı kadın nazarını yerleştiriyor. Oğlanlar gibi, yeni doğan kız çocuklarının da ilk aşkı annedir ama:

“[Cinsiyetçi görüşleri içselleştirmiş olmanın sonucu olarak,] kadınlar bilinçsiz bir şekilde diğer kadınlardan sürekli anaçlık bekliyorlar ve bu beklenti irrasyonel. Gerçekte, normal kadınlar diğer kadınlara karşı son derece saldırgan ve rekabetçidir. Kadınlara bunu inkâr etmeleri öğretilmiştir. İnkâr kin tutmaya, dedikodu yaymaya, iftira etmeye ve tecrit etmeye yol açar. Birçok kadın duygusal samimiyet, dostluk ve toplumsal onaylanma için aynı zamanda diğer kadınlara bel bağladığından, bu tür dolaylı saldırganlık acı verici bir deneyimdir.

Anaçlık, duygusal samimiyet, destek ve ‘toplumsal onay’… bu konseptlere genel-olarak-kadınlar genel-olarak-erkeklerden daha çok değer vermeye eğilimlidir. Öğrenilen o değer sisteminin diğer kadınlar için de geçerli olması sebebiyle, kadınlar diğer kadınların davranışlarından gerçekçi olmayan ölçüde yüksek beklentilere girerler ve başka kadınlar bu değerlere uygun davranmadığında sık sık daha çok ihanete uğramış ve şahsen hakaret edilmiş gibi hissederler. Kız çocukları ve kadınlar toplum tarafından bir bütün olarak sürekli eleştirilir, küçültülür, aşağılanırlar, bu yüzden bizi başka kadınlar eleştirdiğinde, bu bizi çok daha güçlü bir şekilde yıpratır—konu şahsi olmadığında bile—kadınlar başka kadınlardan gelen eleştiriyi çok daha şahsi algılarlar. Annemiz veya kız kardeşimiz, tıpkı küçük bir kızken başımıza geldiği gibi, bizi bir kez daha yüz üstü bırakıyorlardır sanki.

Kız çocuklarının doğrudan fiziksel şiddet kullanmamaya şartlandırılmış olması kadınların saldırganlık kapasitesinin azaldığı veya feministler dahil birçok kadının inanmak istediği gibi erkeklerin saldırganlık eğilimine kıyasla lafının bile edilmeyeceği anlamına gelmez. Doğrudan saldırganlıktan ziyade, kadınların kadınlara karşı saldırganlığı dolaylı olmaya eğilimlidir—daha 8 yaşına geldiğinde birçok kız çocuğu kadınlara özgü sabotaj sanatında ustalaşmış olur: dedikodu, sakınma ve “öldüren bakış” (‘Medusa Bakışı’ veya ‘bakışlarımla öldürebilseydim’) birincil silahlar haline gelir. Ergenlikle birlikte klikler, ihanetler ve entrikalar, ustalıklı sözel manipülasyon (sarkastik laf koymalar neredeyse tek başına bir sanat formudur) ve pasif-agresif taktiklerle birlikte mühimmata eklenmiştir.

Chesler, feminizmin içindeki ve feministlerin arasındaki bu gibi davranış kalıplarının politik etkilerini göz ardı etmiyor, sınırlı bir iktidar alanına sahip veya tamamen iktidarsız bir sosyal grubun üyeleri, elde edilecek “iktidar” hiçbir öneme sahip olmasa bile, “iktidar” elde etmek için o sosyal grubun diğer üyelerinin altını oyabiliyor ve onları manipüle edebiliyor.

Bu kitabı okurken aldığım en büyük mesajlardan biri—genel olarak—kadınların çatışma/anlaşmazlık çözümünde ne kadar zayıf oldukları. Ya hiçbir şey kazanmadan (veya iki taraf da “kaybederek”) kavga etmeye ve tartışmaya devam ediyoruz ya da taraflardan biri susup uzaklaşıyor—ve feminizm için en sorunlu olanın bu olduğuna inanıyorum. İki tarafın da kazanımla çıkacağı bir şekilde birbirimizle nasıl müzakere edeceğimizi bilmiyoruz.

“Kızların çatışma/anlaşmazlık çözümünde fiziksel şiddet kullanmaktan kaçınmaları bu çatışmaların anlamlı ve kalıcı yollardan çözüme kavuştuğu anlamına gelmiyor. Kızlar gülümseyebilir, pes edebilir, susabilir—ve sonra da çatışmayı hasımlarının arkasından sürdürebilirler. Kızlar aidiyet (veya dışlanmama) ihtiyaçları ilkesel davranmalarından daha önemli olduğu için de gülümseyebilir, pes edebilir ve vahim uzlaşmalar sergileyebilirler. ― Phyllis Chesler, Woman’s Inhumanity to Woman

Çeviri: Serap Güneş

Kaydet

Kaydet

Kaydet

Kadının kadına zalimliği – Liberation Collective*’ için 2 yanıt

Add yours

  1. Bu güzel çeviri için teşekkür ederim. Bir iki düzeltme önerim var:
    “(veya ki taraf da “kaybederek”)” iki taraf olmalı;
    ” zeminini çocuklukt öğrendiğimiz” çocuklukta olmalı.
    Çevirinizi, Facebook’taki “İçimizdeki Tanrıça” sayfamda paylaşabilir miyim?

    1. zahmetinize ve nezaketinize çok teşekkürler <3 "iki tarafın DA kaybettiği bir şekilde kavgaya devam etmek" olarak anladığım için ben ilkini bıraktım ama diğerlerini düzelttim. dilediğiniz şekilde kullanabilirsiniz, sevgiler…

      edit :)

      iki olması gereken ki’yi sonra fark ettim…

Yorum bırakın

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Yukarı ↑