Bifo Berardi ile siyasal iktidarsızlık ve Silikon Vadisi’nin küresel yükselişi üzerine

“Siyaset, yapısal, sistemsel sebeplerle iktidarsızlık çağına girmiş bulunuyor. Siyasetçiler çok zayıf veya aptal olduğu için değil. Siyasetin, eleştirelliğin, karar almanın zaman ayarı, bilgi alanının geçiciliği tarafından geride bırakıldı. Bilgi alanı siyasal anlayış, siyasal eleştiri, siyasal akıl için fazla hızlı, fazla anlaşılmaz. Bu yüzden siyasal karar sürecinde sürekli senkronizasyon sorunu yaşıyoruz. Bu durumda ne oluyor? Toplumun bedeni, teknolojinin entelektüel gücünden ayrılıyor ve eski aptalca kimlik oyununa meylediyor. Eleştiri değil kimlik—beyazım, siyahım, Müslüman’ım, Hıristiyan’ım. Siyasal eleştirinin yerini bu tür bir kimlikçilik alıyor. Bu durumda da savaş kaçınılmaz hale geliyor. Bugün savaş konuşulabilir tek dil. Teknolojik kudretin mali yırtıcılıkla iç içe geçmesinin etkisi bu. İktidarsızlık koalisyonu bu. İktidarsızlığı kabul etmek zordur. Özellikle de beyaz erkeklerin maço, agresif, emperyalist kültürü düşünüldüğünde.”

İtalyan filozof Bifo Berardi, Akdeniz’deki mülteci ölümlerine “sahilde Auschwitz” dediğinde, hepimiz kaş yaparken göz çıkardığını düşündük. Dünyanın dört bir yanında sınır geçişlerinde yaşanan insan hakları ihlalleri afallatıcı ve acil eylem gerektiriyor, evet. Ama kavramların sınırlarını zorlamak tarihi çarpıtma riski içeriyor. Bifo ne demek istemişti, kendisine sorduk.

“İlan ediyorum; artık Avrupalı değilim,” diyordu Bifo, DiEM25’ten istifa mektubunda. “Ve hiçbir zaman da Avrupalı olmadığımı beyan ediyorum.” Bu açıklama ilkin bir sinizm gibi gelse de, ayrıntılı olarak çözümlendiğinde, Bifo’nun bu beyanın ‘kudreti’ dediği şey ortaya çıkıyor. Direniş, hayatta kalmakla ilgilidir. Ret, gelecekler inşa etmekle ilgilidir. Bifo kendisini Avrupa’dan ayrıştırarak, bazı hayatları fazlalık sayan Avrupa içindeki güçleri reddediyor ve zamanımızın atomize olmuş çatışmasına tek gerçek muhalefet olan insaniyet ve dayanışmada ısrar ediyor; “Auschwitz Akdeniz’in sahillerinde,” diyor.

Bifo, İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’sında büyüdü. Babası Mussolini rejimine karşı savaşmış bir partizan. Mülteci krizi ile soykırım arasında kurduğu benzerlik, bir tür söylemsel ‘kudret’—mültecilerin tanımlandığı standartların sürekli düşürülmesine (ki İkinci Dünya Savaşı sırasında zulümden kaçan Yahudi mültecilere sığınma verilmemesi ile benzerlik taşıyor) karşı bir itiraz.

Bifo, aynı adlı kitabında “geleceksellik” [futurability] fikrine başvuruyor, sözcüğün kendisi aktif bir forma işaret ediyor. Gerçek radikaller çaresizliği ölçmekten daha fazlasını yapar, ve Futurability’yi okumak, Bifo’nun mevcut parametrelerimizin ötesini tahayyül etme kapasitesini ortaya koyuyor. Kitapta Bifo, “küresel bir Silikon Vadisi”nden, Facebook, Instagram ve daha birçok sosyal platformumuza katkıda bulunan “anonim bilişsel işçiler”den söz ediyor. “Nerede bir anonim bilişsel işçi varsa,” diyor, “nerede bir punk, hippi, aşık, şair, mühendis varsa… nerede küresel makineye erişimi olan klavyeli bir asi varsa, küresel Silikon Vadisi oradadır.” Artık sistemdeki üretim araçlarıyız. Silikon Vadisi artık bir yer değil, bir ütopya da değil.

Profesör Berardi, Silikon Vadisi üzerinden siyaset üretmenin iktidarsızlığını yazıyorsunuz. Toplumumuzun yeniden tahayyülünün çevrimdışı olması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Efendinin evinin efendinin araçlarıyla yıkılamayacağı gibi bir şey mi bu?

Şu an ne olduğunu anlamak istiyorsak, iktidarsızlıktan başlamamız gerek. İktidarsızlık nedir? İktidarsızlık, Yunan halkının yüzde 62’sinin Avrupa merkez bankasının moratoryumuna karşı oy vermiş olmasına rağmen, mali karara boyun eğmeye mecbur edilişidir. İktidarsızlık, Barack Obama’nın siyasi geçmişidir. Obama “Evet, yapabiliriz” diyerek öne çıktı. Başından itibaren Obama siyasetteki sorunların daima bilincindeydi. Somut iktidar siyasetinin bir şeyleri değiştirmek zorunda olduğunun, ilişkileri değiştirmek zorunda olduğunun da bilincindeydi. Yine de sekiz yıllık Obama başkanlığı, Guantanamo’yu kapatamadığımızı, Wall Street’teki güçler karşısında ağırlığımızı koyamadığımızı, Irak’taki savaşı durduramadığımızı, Afganistan’daki savaşı durduramadığımızı gösterdi. Yapamıyoruz. Siyaset, yapısal, sistemsel sebeplerle iktidarsızlık çağına girmiş bulunuyor. Siyasetçiler çok zayıf veya aptal olduğu için değil. Siyasetin, eleştirelliğin, karar almanın zaman ayarı, bilgi alanının geçiciliği tarafından geride bırakıldı. Bilgi alanı siyasal anlayış, siyasal eleştiri, siyasal akıl için fazla hızlı, fazla anlaşılmaz. Bu yüzden siyasal karar sürecinde sürekli senkronizasyon sorunu yaşıyoruz. Bu durumda ne oluyor? Toplumun bedeni, teknolojinin entelektüel gücünden ayrılıyor ve eski aptalca kimlik oyununa meylediyor. Eleştiri değil kimlik—beyazım, siyahım, Müslüman’ım, Hıristiyan’ım. Siyasal eleştirinin yerini bu tür bir kimlikçilik alıyor. Bu durumda da savaş kaçınılmaz hale geliyor. Bugün savaş konuşulabilir tek dil. Teknolojik kudretin mali yırtıcılıkla iç içe geçmesinin etkisi bu. İktidarsızlık koalisyonu bu. İktidarsızlığı kabul etmek zordur. Hele ki beyaz erkeklerin maço, agresif, emperyalist kültürü düşünülürse.

“İki tür şiddet var. Biri soyut sanal alanda görülen soğuk, kaotik hekleme. Diğeri kaosun fiziksel dünyaya infilak etmesi, yani terör. Bu iki şiddet seviyesi giderek birbiri ile daha fazla etkileşim içinde. Çağdaş topluma yayılan çılgınlığın sebebi, insan beyninin insan bedeninden ayrılması. Dijital beyin bilimle daha çok değiş tokuş içinde, onu daha çok yorumluyor ama bedensel, somut ilişkiler alanında giderek daha az iletişim kuruyor. Sorun, eleştirel aklın, etkili aklın arıza yapması. Zamanımızın sorunu bu.”

O zaman nerelerde bir ihtimal görüyorsunuz?

Futurability bence karanlık bir kitap değil. Hala ihtimal olduğuna inanıyorum. İhtimal nedir? İhtimal, bilginin, kudretin, teknolojinin farklı bir kullanımıdır. Mevcut kıyameti alt etmenin tek yolunun, teknolojik makinenin derin bir dönüşümü olduğunu düşünüyorum: teknolojiyi insan zamanını özgürleştirmek için kullanmak, insanlara hayatta kalma ihtimali vermek, herkese asgari ücret, herkesin var olma hakkı için bir gelir sunmak. Silikon Vadisi’ndeki teknolojik iktidar merkezinin içinde, homojen veya stabil görülmemesi gereken bir durum olduğunu biliyorum. Silikon Vadisi bir şirket değil—küresel bir silikon vadisi, ağın, networkün, iletişimin ve üretimin kesintisiz yeniden üretimi için gündelik olarak çalışan milyonlarca insandır, bilişsel işçidir. Çıkış yolunu bilişsel işçilerin özörgütlenmesi olarak görüyorum.

Heroes (Kahramanlar) kitabınızda, “Yeni Barok” ve “Post-Burjuva” terimlerini kullanıyorsunuz. Kapitalizm bu ürkütücü dekadans ve nihai gerileme dönemine girerken, Yeni Barok özellikle alakalı görünüyor.

Rönesans, evrende ademoğlunun merkeziliğini ve bakış açısını keşfetti. Ardından 16. ve 17. yüzyılda bilgi alanının ve kültürel evrenin genişlemesi yaşandı. Bu, hiper doygun bir deneyimleme boyutuna geçiş demekti. Barok budur. Barok, merkeziyet olmadığını söyler. İnsan gözü merkez değildir çünkü merkez, Tanrı’nın sonsuz ve her yere hâkim gözüdür. Ve Barok’a geri döndüğümüzü söylüyorum çünkü hakikatin, güvenilirliğin, evrenselliğin sınırları bozuldu ve imha oldu. Aniden, kaos alanına girdik—insan aklının eleştirel biçimde iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edememesine geri döndük.

Dijital çağın ilk neslinin deneyimlediği psikolojik etkileri tartışırken, şiddetin doğasının daha kaotik, performatif bir biçim aldığını söylediniz. Şiddetin modern biçimleri modern toplum hakkında ne söylüyor?

İki tür şiddet var. Biri soyut sanal alanda görülen soğuk, kaotik hekleme. Diğeri kaosun fiziksel dünyaya infilak etmesi, yani terör. Bu iki şiddet seviyesi giderek birbiri ile daha fazla etkileşim içinde. Çağdaş topluma yayılan çılgınlığın sebebi, insan beyninin insan bedeninden ayrılması. Dijital beyin bilimle daha çok değiş tokuş içinde, onu daha çok yorumluyor ama bedensel, somut ilişkiler alanında giderek daha az iletişim kuruyor. Sorun, eleştirel aklın, etkili aklın arıza yapması. Zamanımızın sorunu bu.

Virginia’daki kaosu nasıl yorumluyorsunuz?

Virginia’da olan bitenler, Birleşik Devletler’de ve Avrupa’da sürmekte olan iç savaşın birçok çatışmasından sadece biri. İç savaş lafını geniş anlamda kullanıyorum ama giderek daha doğrudan, daha fiziksel hale geliyor. Trump’ın, Brexit’in zaferi, geri dönüşü olmayan bir noktaya işaret ediyor. Demokrasi bitti. Batı bitti. Moderniteye içkin şiddet karşısında travmatik bir geri tepme aşamasına giriyoruz. Dünyanın beyaz erkekleri – Amerika Birleşik Devletleri’nden Rusya’ya ve Avrupa’ya kadar – öfkeden kuduruyorlar çünkü yaşlılar, siyaseten iktidarsızlar ve cinsel olarak iktidarsızlar. Trump, bu tür beyaz süper maçoluğun idolü. Ne yazık ki, beyaz iktidarsızlığın ve beyaz intikamın aynası, uluslararası bilincin dünya çapında yitirilmesi. Onlar için sorun sömürgeleştirilmiş insanların – Koreliler, Afrikalılar, Araplar – daha önce var olmayan bir askeri kudrete sahip olması. Çılgın bir adamın, Barselona, La Rambla’da 20 insanı öldüren genç bir suçlunun askeri kudreti. Amerika Birleşik Devletleri’ne meydan okuyacak askeri güce sahip Kim Jong-un adlı başka bir genç adamın askeri kudreti. Bu yeni bir durum! Arap dünyasında, dünyanın diğer birçok yerinde olduğu gibi, ölmeye istekli bir sürü insan var, çünkü biliyorlar ki, bu aşağılanma ve sefalet koşullarında, sahip oldukları tek kudret, kendi hayatları.

Judith Butler, Yasın Gücü’nde yasını tuttuğumuz hayatların geçerli hayatlar olduğunu söylüyor. Mülteci krizine karşı kısa bir empati anı olmuştu ama şimdi bu hayatlar da fazlalık sayılıyor gibi. Bunu nasıl geri getirebiliriz?

Şu anda temel kaygım olan Avrupa’daki mülteci krizi hakkında söyleyeceklerim var. Sefaletten, savaştan ve borçtan kaçmak isteyen milyonlarca insan var. Irak krizinin, Afganistan krizinin, IŞİD’in ortaya çıkmasının ardında George W. Bush’un olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz 200 yıl boyunca, sömürgeleştirme yoluyla sefalet ve savaş ürettik. Şimdi gördüklerimiz bu 200 yılın geri tepmesi. Önümüzde iki yol var. Ya hatalarımızı kabul eder ve eğitim, entegrasyon ve telafi yolları yaratırız ya da onları tamamen reddederiz. Macar sınırından Lesbos’a, Türkiye’ye, Libya’ya kadar duvarlar inşa ediyoruz, ırk ayrımcılığına dayalı toplama kamplarımız var. Auschwitz geri geliyor. Auschwitz Akdeniz’in sahilleri—ayrımcılık ırksal kimliğe, ötekinin imhasına, aşağılanmasına, toplama kamplarının kurulmasına ve çekilen acılara duyarsızlığa dayanıyor. Buna Nazizm diyorum.

Mussolini sonrası İtalya’sında doğdunuz. Faşizm sonrası toplum nasıldı? Siyasi görüşlerinizi nasıl etkiledi?

Babam bir partizandı. Faşizme karşı savaştı. Ve kazandı. Babam bana şanslı olduğumu söylerdi, haklıydı da. Şanslı bir hayatım oldu. Öte yandan, bana faşizm ve savaşı bir daha görmeyeceğimi de söylemişti. Babam otuz yıl önce öldü ve söylemeliyim ki o konuda şu an yanılmış durumda. Savaş geri geldi. Faşizm de geri geldi. Faşizm sözcüğünün iyi olmadığını biliyorum çünkü geçmiş yüzyıla ait bir olgu. Şiddet dolu şanlı bir geleceğe inanan agresif genç adamların ayaklanması. Bu şimdikinden farklı—Avrupa’nın her yerinde yaşlı iktidarsız insanlar var. Fanatik bir gelecek vizyonunuz var. Faşizm artık depresyona çok daha benzer bir şey. Ve 40 yıllık neoliberal rekabetin bir yan ürünü.

Futurability – The Age of Impotence and the Horizon of Possibility, Verso Books tarafından yayınlandı (2017).

Kaynak: 032c.com

Çeviri: Serap Güneş

Bifo Berardi ile siyasal iktidarsızlık ve Silikon Vadisi’nin küresel yükselişi üzerine” için bir yanıt

Add yours

Yorum bırakın

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Yukarı ↑