Andreas Malm ile söyleşi: “İklim Değişikliğini Durdurmak için Ekolojik Leninizm’e İhtiyacımız Var”

06.15.2020

8 Haziran 2013 tarihinde Borneo’daki bir kömür madeninde orman kıyımı


Dominic Mealy
Mevcut COVID-19 salgını ile küresel iklim değişikliği arasındaki ilişkiyi açıklayarak başlayabilir misiniz?

Andreas Malm
Pandemi sürecinin oldukça erken dönemlerinden itibaren yorumcular COVID-19 krizi ile iklim krizi arasında karşılaştırmalar yapmaya başladılar. Bununla birlikte, bu tür doğrudan karşılaştırmaların mevcut pandeminin spesifik bir olay teşkil etmesi anlamında kusurlu olduğunu, küresel ısınmanın uzun vadeli bir eğilimi olduğunu iddia ediyorum. Bununla birlikte, COVID-19 salgınının özünü, başka bir uzun vadeli eğilimin aşırı – ama uzun zamandır beklenen – tezahürü olarak ayırt edemezsek özünü kaçırırız: vahşi hayvanlardan insan popülasyonlarına atlayan bulaşıcı hastalıkların oranındaki artış. Bu, geçtiğimiz on yıllarda artan ve gelecekte hızlanması öngörülen bir trend.

Pandemi üretiminin arkasındaki en önemli itici güç bilimsel literatürde açıktır: ormansızlaşma. Bu aynı zamanda küresel iklim değişikliğine ikinci en büyük sebebidir. Dünyadaki en büyük biyolojik çeşitliliği bulduğunuz yer tropikal ormanlardır ve bu biyolojik çeşitlilik patojenleri içerir. Vahşi habitatlarda insan olmayan hayvanlar arasında dolaşan bu patojenler, insanlar bu hayvanlardan uzak durduğu sürece genellikle insanlık için bir sorun oluşturmaz. Bununla birlikte, insan ekonomisi bu habitatlara daha derin akınlar yaptıkça sorun ortaya çıkıyor. Ormanların tomruk, tarım, madencilik ve yolların inşası için ortadan kaldırılması, insanların vahşi yaşamla temas ettiği yeni arayüzler yaratır. Bu arayüzler aracılığıyla, hayvan patojenleri zoonotik yayılma adı verilen bir süreçle mutasyona uğrayabilir ve insan popülasyonlarına sıçrayabilir.

Küresel ısınmanın kendisi de bu eğilimi hızlandırıyor. Sıcaklık arttıkça, bazı hayvanlar adapte oldukları iklimlerle eşleşen iklimleri aramak için göç etmeye zorlanır. Hayvan popülasyonlarının – özellikle yarasalar dahil olmak üzere – insan popülasyonlarıyla giderek daha fazla temasa geçtiği, böylece bulaşma oranını arttığı genelleşmiş bir kaos ortaya çıkar. 1200 farklı yarasa türü var ama hepsi onları memeliler arasında benzersiz kılan ortak bir özelliğe sahip: sürekli uçma yetenekleri. Bu paylaşılan özellik onları sadece son derece hareketli ve bu nedenle iklim değişikliğine bağlı göçe duyarlı hale getirmekle kalmaz, aynı zamanda, metabolik hızları vücut sıcaklıklarının saatler boyu 40°C’ye ulaştığı bir noktaya yönlendirecek şekilde (diğer memelilerin çoğunun ateşlenme olarak yaşayacağı bir seviye) muazzam miktarda enerji gerektirir. Bu süreç, yarasaların koronavirüsler gibi patojenlerin ana taşıyıcısı olmasının arkasındaki birincil neden olarak varsayılmıştır. Bu hayvanlara yerleşen virüsler ateş benzeri vücut sıcaklıklarına uyum sağlamalıdır. Bu patojenler yarasa konakçısının bağışıklık sistemlerini bozmazken, onlara geçebilirlerse, diğer hayvanların bağışıklık sistemlerini yenebilirler. Tüm dünyada, yarasalar ormansızlaşma yoluyla yerinden ediliyor ve yükselen sıcaklıklarla daha yüksek enlemlere sürülüyor, ve Çin bir istisna değil. Yarasa popülasyonları giderek daha fazla kuzey ve orta Çin’le ve yüksek yoğunluklu popülasyonlarda yaşayan insanlarla daha yakın hale getirildi, böylece zoonotik yayılmanın gerçekleşebileceği giderek daha fazla yeni arayüzler ortaya çıktı.

Bunlar, COVID-19 krizi ile iklim krizi arasındaki nedensel bağlantılardan sadece birkaçı. Bir ayrım yapılması gerekse de, küresel ısınma ve küresel hastalanma şeklindeki iki eğilim, çeşitli farklı nedensel faktörlerle iç içe geçiyor ve, dolayısıyla, daha geniş perspektifte yaklaşan ekolojik felaketin iki boyutunu oluşturur.

Dominic Mealy
Yine de bu iki krize verilen tepkiler bundan daha farklı olamazdı. İklim değişikliği büyük ölçüde atalet ve etkisiz yarı önlemlerle karşılanırken, COVID-19 salgını, II.Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmeyen bir ölçekte ekonomik müdahale getirdi. Bu karşıtlığı nasıl açıklıyorsunuz?

Andreas Malm
Mart 2020’de, iklim adaleti hareketindeki çoğumuzun, Avrupa ve başka yerlerdeki hükümetlerin salgını kontrol altına almak için tüm ekonomilerini kapatmaya hazır olduğunu gördüğümüzde şaşırdığımız bir moment oldu. Aynı devletlerin iklim krizi uğruna ekonomiye herhangi bir müdahaleyi asla düşünmediği göz önüne alındığında, bu çarpıcı. Bunun birincil nedeni, bu iki krizin tezahür ettiği farklı mağduriyet zaman çizelgesinde yatmaktadır.

Pandemi süreci, genel olarak, küresel ısınmaya benzer şekilde geçti: en çok acı çekenler ve ölme olasılığı en yüksek olanlar işçi sınıfı, özellikle de işçi sınıfının beyaz olmayan kesimi ve Küresel Güney’deki çeşitli sıcak noktalarda olanlar oldu. Zenginler ise, sayfiyedeki evlerine kaçarak kolaylıkla kendilerini izole edebilmiş ve özel sağlık hizmetlerine erişebilmiştir.

Bununla birlikte, büyük bir fark da var: COVID-19’un erken bir aşamada zenginleri de vurmuş olması anormalliği: kapitalistler, ünlüler ve siyasi liderlerin, yani bu aşamada iklim krizine karşı savunmasızlığı olmayan insanların da hastalanması. Küresel ısınmanın etkisinden farklı olarak, koronavirüslerin bulaşması havacılık hatlarını takip eder ve basitçe söylemek gerekirse, zengin insanlar fakir insanlardan daha fazla uçarlar. Pandemi, farklı ülkelere vardığında diğer kanallarla yayılsa da, havacılık virüsün birincil giriş noktasını sağladı, bu da virüsü ilk kapanlar arasında zengin insanların olması paradoksuna yol açtı. Örneğin Brezilya’da, virüsü yayan toplumun zengin kesimiydi, ama şimdi sürüler halinde ölenler sıradan işçi sınıfı insanlar. İklim değişikliği felaketlerinde durum böyle olmamıştır ve hükümetlerin verdiği çarpıcı derecede farklı tepkiyi açıklayan kilit faktörlerden biri budur.

Küresel Kuzey’in algısında, felaketler Haiti’de, Somali’de veya insanların her zaman sefalet içinde yaşıyor gibi göründüğü uzak ve fakir başka bir yerde yaşanır. Buralarda depremler olur, Ebola ve HIV çıkar, ve bu durum modern yaşamın arka plan gürültüsünün bir parçasından ibaret hale gelmiştir. Pandemi ise, varlıklı ülkeleri çok aniden ve erken bir aşamada vurdu, ve bu nedenle küresel kapitalizmin merkezinde üretim ve tüketimi yönlendirmesi beklenen insanların bedensel bütünlüğü için bir tehdit oluşturdu, bu yüzden devlet devreye girdi. Bunu yapmak, elbette, bu hükümetler için siyasi bir hayatta kalma meselesiydi aynı zamanda. Bu, örneğin, İngiltere’de Tory hükümetinin yaptığı keskin U dönüşünü açıklıyor. Başlangıçta bir “sürü bağışıklığı” stratejisini onayladıktan sonra, yüz binlerce insanın ölümüne duygusuzca izin verirlerse oy sandığına siyasi bedeli ödeyeceklerini fark edip kapanma ve diğer müdahaleci önlemlere destek vermeye yöneldiler.

Dominic Mealy
Solun, pandemiyle mücadele etmek için yürütülen devlet müdahalesinin ölçeği karşısında hazırlıksız yakalandığı kesin görünüyor. Sadece birkaç ay önce çoğu ana akım yorumcu tarafından imkansız olarak alay edilen politikalar artık norm oldu. Bu, neoliberal kapitalizmin ölüm çanı mı? Bu aslında Solun kendi mücadelelerine ve fikirlerine destek toplaması için bir fırsat olabilir mi?

Andreas Malm
Bence hükümetler, krizin yakında biteceği ve her zamanki gibi işe geri dönebileceğimiz beklentisiyle bu politikaları hayata geçiriyor. Şimdiye kadar, COVID-19 ile mücadele etmek için sistemi canlı tutmanın ötesine geçen hiçbir girişim görmüyorum. Bununla birlikte, çevreye en zararlı faaliyetlerin çoğunun geçici olarak durdurulmasına neden olması anlamında bu bir fırsat: toplu havacılık askıya alındı, karbon emisyonları azaldı, fosil yakıtlar toprakta kaldı vb. Bu, hükümetlere şunu söyleyebileceğimiz bir an: “Bizi virüsten korumak için müdahale edebildiyseniz, iklim krizinden korumak için de müdahale edebilirsiniz, ki ikincisinin sonuçları çok daha kötü.” Bu nedenle mevcut kavşak, bize alışıldık işleyişe geri dönmeye karşı çıkma, küresel ekonominin dönüşümü ve Yeşil Yeni Anlaşma gibi bir şeyin başlatılması için baskı yapma fırsatı sunuyor.

Yine de, kendimizi içinde bulduğumuz durum konusunda dürüst olmalıyız. COVID-19, iklim adaleti hareketinin 2019’un sonunda geldiği aşamayla berhava olmasına neden oldu. 2020’nin başından bu yana, COVID-19 çevre hareketindeki en umut verici gelişmeleri – Fridays for Future, Extinction Rebellion, Ende Gelände vb. – tamamen felç etti ve bu felaket bir durum. Ondan önce, harekette işlerin alışılageldik işleyişini agresif bir şekilde bozmaya yönelik artan bir ivme olmuştu ve bu eylemleri geçici olarak çevrimiçi sürdürme girişimleri olsa da, dijital yollarla aynı tür bir baskı uygulamak mümkün değil. Instagram’da elde dövizle pozlar vermek doğrudan eylem ve kitle organizasyonunun yerini tutmaz. Benim görüşüme göre, siyasetin dijitalleşmesi radikal sola zararlı, aşırı sağa yararlı oldu, bu yüzden daha fazla dijitalleşme bizim için iyi bir şey getirmeyecek.

Ayrıca güç dengesi konusunda da gerçekçi olmalıyız. Dünyanın çoğunda, genel siyasi eğilim aşırı sağın yükselişine doğru olmuştur. Birçok ülkede, özellikle AB’de, seçmenlerin görevdeki hükümetlere oy vermesiyle geçici olarak kenara itilebildiler. İlginç an, kapatma önlemleri hafifletildiğinden, şimdi geliyor. Siyasi bir çözülme yaşanacak, COVID-19’dan önce harekete geçmiş olan güçlerin çoğu, tıpkı halk sağlığı krizinin kendini güçlendiren bir ekonomik krize dönüşmesinde olduğu gibi, geri dönmeye başlıyor. Sonraki soru, kitlesel işsizlik ve toplumsal huzursuzluk durumundan yararlanma konusunda hangi güçlerin en iyi konuma sahip olduğu. Belki de aşırı karamsarım ama bana öyle geliyor ki bu güç, hem COVID-19’un patlak vermesinden önce çok daha güçlü bir konumda olduğu için hem de sınırları kapatma, milletini ilk sıraya koyma ve yabancılara karşı şüphecilik açısından pandemi süreci bazı yerli siyasi paradigmaları pekiştirdiği için, aşırı sağ olacak.

Bu, aşırı sağ güçlerin – özellikle Avrupa, Birleşik Devletler ve Brezilya’da – fosil sermayesinin en güçlü ve en yüksek sesli savunucularından biri olarak ortaya çıkmış olması anlamında, çevre hareketi için ciddi bir sorun teşkil etmektedir. İklim bilimini inkar ediyorlar ve kitlesel ormansızlaşma ve fosil yakıt çıkarımının hızlanmasını teşvik ediyorlar. Bu nedenle, örneğin, Almanya’daki kömür madenlerini kapatmak istiyorsanız, [aşırı sağ] Alternative für Deutschland’a karşı büyük bir siyasi zafer kazanmanız; Amazon yağmur ormanlarının yok edilmesini önlemek istiyorsanız, Jair Bolsonaro etrafındaki siyasi hareketi karşınıza almanız gerekeceği açıktır. Dolayısıyla, gelişmiş kapitalist ülkelerde ve gelişmekte olan birçok ülkede aşırı sağın büyük bir yenilgisi olmadan iklim krizinde hafifleme olamaz.

İklim kriziyle başa çıkabilecek bir stratejinin, çevresel adaleti, işçi sınıfı mücadelesini ve aşırı sağa muhalefeti bir araya getirmenin bir yolunu bulması gerekecek. Yaşanmakta olan sağlık ve ekonomi krizinden çıkışın yolu, bir tür yeşil Keynesçilik değil, fosil yakıtlardan [çevre dostu alternatiflere] çok hızlı geçiş sağlayabilecek bir hareket inşa etmek; fosil yakıt ekonomisine eğreti bir şekilde eklenen birkaç yeni yenilenebilir yatırım değil, kömür madenlerinin derhal kapatılması ve toplu havacılığın sona ermesi dahil fosil sermayenin fiili yıkımı olacaktır. Bu, ancak büyük kamu yatırımları ve ekonominin büyük kesimlerinde artan devlet kontrolü yoluyla gerçekleşebilir. Her kriz Sol için bir fırsattır, ama geçmişte bu fırsatları boşa harcamakta oldukça usta olduğumuzu kanıtladık.

Dominic Mealy
Okuyucularımıza sürdürülebilir bir yeşil geçiş sağlamak için gereken müdahalenin kapsamı hakkında bir fikir verebilir misiniz?

Andreas Malm
Gerekli müdahale seviyesi, pandemi ile mücadele etmek için uygulanandan hem daha yumuşak hem de daha zor. Kimse iklim değişikliğini önlemek için kapanma çağrısında bulunmuyor, hiç kimse tüm nüfus için ev hapsi çağrısında bulunmuyor veya ekonominin bir günden diğerine durma noktasına gelmesini talep etmiyor. Diğer yandan, gerekli olan, enerji sisteminin ve üretimin uzun vadede sürekli bir şekilde temel bir dönüşümüdür, sadece statükoya geçici bir ara verilmesi değil. Küresel sıcaklıkların yükselişini 1,5° C’de stabilize etmek için, net sıfıra ulaşana kadar emisyonların yılda yüzde 8 oranında azaltılması gerekecektir. Bu tür bir değişikliği basitçe piyasa mekanizmalarına müdahale ederek veya karbon vergileri getirerek yapmak imkansızdır; bundan ziyade, devlet mülkiyetinde ve kapsamlı ekonomik planlamada büyük bir genişleme gerektirecektir.

Dominic Mealy
Birçok kamu hizmeti şirketinin halihazırda devlete ait olduğu, buna rağmen başlıca emisyon kaynakları olmaya devam ettikleri şeklinde bu tür argümanlara karşı yaygın olarak yöneltilen itiraza nasıl cevap veriyorsunuz?

Andreas Malm
Kamu mülkiyeti kendi başına her derde deva değildir, ancak karbondan arındırma görevini önemli ölçüde kolaylaştırır. Devlet mülkiyeti altında kamu hizmetlerine sahip olmanın avantajı, hükümetlerin onları çok hızlı bir şekilde yeniden düzenlemesine imkan vermesidir. Önce onları kamulaştırmanıza gerek kalmak ve özel sektöre ait şirketleri mevcut uygulamalarını gözden geçirmeye ve fosil yakıtları yerde bırakmaya zorlama aşamasını doğrudan atlamış olursunuz.

Dominic Mealy
Antroposen kavramının önde gelen eleştirmenleri arasındasınız, bunun yerine mevcut jeolojik dönemi tanımlamak için “Kapitalosen” terimini ortaya attınız. COVID-19 salgını, belki de en iyi “Corona tedavi, insanlar hastalıktır” sloganıyla özetlenen kriz için ortak bir kolektif sorumluluk kavramını canlandırmış gibi görünüyor. Bu gelişmeye nasıl cevap veriyorsunuz?

Andreas Malm
İnsanlığın kendisinin sorun olduğu şeklindeki bu argüman, çevresel söylemi sürekli ziyaret eden bir hayalet gibidir. Son Michael Moore belgeseli Planet of the Humansnone’da, aşırı sağ söylemde, liberal çevreci söylemde rastlayabiliyorsunuz – zararlı, derinden hatalı, ve politik olarak tehlikeli bir argüman bu. COVID-19 salgını ile ilgili hiçbir şey, bu argümanı eskisinden olduğundan daha güvenilir kılmıyor. Artan zoonotik yayılmanın birincil itici güçlerini oluşturan ormansızlaşma, küresel ısınma ve yaban hayatı ticaretinin sorumlusu genel olarak insanlık değildir; sorumlu, sermayedir.

Pandemi ile başa çıkmak için kullanılan politikalar sadece semptomu, yani virüsün kendisini ele almaya çalıştı ve temeldeki nedenlere asla değinilmedi, bunlara yönelik adımlar atılmadı. Bulaşmanın yayılmasını engellemenin sorumluluğu, sıradan insanlara yıkıldı, kendilerini izole edemediklerinde rutin olarak cezalandırıldılar. Tek tek yurttaşlar yaşam tarzlarını değiştirmeye çağrılarak bu salgınları yönlendiren faktörlerle başa çıkılamaz, tıpkı tüketim modellerini değiştirerek iklim değişikliği ile başa çıkılamayacağı gibi.

Örneğin, yetiştiriciliği tropik bölgelerde (en başta da çok sayıda yarasa ve diğer vahşi hayvanın tarlaların istilasından mustarip olduğu Güneydoğu Asya’da) ormansızlaşmanın ana itici güçlerinden biri olan palmiye yağını ele alalım. Burada İsveç’te, bir parça flapjack yemek istiyorsam, hurma yağı içermeyenini bulmak neredeyse imkansız ve tüketici olarak bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok – yükümlülük üreticide. Dahası, palmiye yağının çoğu sıradan tüketicilerin satın aldıkları ürünlere gitmiyor, daha ziyade tüketici davranışlarının değişmesiyle varsayımsal olarak bile değişemeyecek endüstriyel süreçlerde kullanılıyor.

Dominic Mealy
Devlet gücü, çevreye zarar veren belirli tüketim biçimlerini kısıtlamak için kullanılmalı mı yoksa sadece üretimi değiştirmek için mi kullanılmalı?

Andreas Malm
Devlet gücü zenginler tarafından gerçekleştirilen lüks emisyonları önlemek için kesinlikle kullanılmalı – özel jetler tamamen yasaklanmalı, SUV’lar ve hiçbir şekilde savunulamayacak miktarlarda yakıt tüketen diğer araçlar gibi. Bu, iklim adaleti hareketi için görece kolay bir hedef, çünkü bu emisyon kaynakları toplumsal olarak en az gerekli olanlar arasında. Örneğin, emisyonların neden olduğu sorunların popülasyonları sürdürmek için gıda üretme zorunluluğuna karşı dengelenmesi gereken Hindistan’daki pirinç tarlalarından elde edilen metanı düşündüğümüzde, durum tamamen farklıdır. Fosil yakıtlardan başarılı bir geçiş, devletlerin bireysel tüketimi planlaması ve pay etmesi anlamında ekonominin tam olarak planlanmasını gerektirmeyecektir – bununla hiç alakası yok. Ancak bazı tüketim biçimlerinin gerçekten sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması gerekecektir – bu piyasalar veya etik tüketim çağrıları yoluyla yapılamaz, yalnızca devlet düzenlemesi yoluyla yapılabilir.

Devlet gücündeki böyle bir artış beraberinde bürokratikleşme ve otoriterlik tehlikesini de getiriyor. Nitekim, bu yönde zaten bir eğilim var, örneğin Macaristan’da, demokrasiyi baltalamak ve devlet kontrolünü artırmak için salgın bahane ediliyor. Bununla birlikte, toplumsal hareketlerin geçişi yönlendiren devlet organları üzerinde denetime sahip olduğu, halk güçlerinin aşağıdan dayattığı bir enerji geçişi olması durumunda, bu tehlike kontrol altında tutulabilir. Bu aşamada ütopik görünse de, nüfusu araştırmak ve kontrol altında tutmak için tasarlanmış kurumları kapatma ve onları yeni bir amaçla – sermayeye saldırmak, küresel ısınma ve zoonotik bulaşma kaynaklarını etkisizleştirmek için – kullanma önerisinde bulunmak önemlidir. Kitapta, örneğin, sınır teşkilatlarını kaldırmayı ve onları vahşi yaşam ticaretini engelleme amaçlı kurumlara dönüştürmeyi öneriyorum.

Dominic Mealy
Ütopyadan bahsetmişken, sol ivmelendirmeciler ve Tam Otomatik Lüks Komünizmin destekçileri tarafından öne sürülen argümanları tamamen reddediyor ve bunun yerine “ekolojik savaş komünizmi” fikrini ortaya atıyorsunuz. Argümanlarınızı açıklayabilir misiniz?

Andreas Malm
Bu tekno-ütopik perspektiflerin arkasındaki tüm fikri tamamen çocukça ve maddi gerçeklikle temasını yitirmiş buluyorum. Eşi görülmemiş maddi bolluk alanının eşiğinde olduğumuz fikri, toprağın tükenmesi, azalan tatlı su döngüleri ve yükselen deniz seviyeleri dahil neredeyse her açıdan üzerimize yaklaşmakta olan ciddi maddi kısıtlamalar göz önüne alındığında, rasyonel olarak sağlamlığını koruyamayan bir mefhumdur. Şu anda tüm emisyonları durduracak olsak bile, uzun sürecek şiddetli iklimsel yansımalarla karşı karşıya kalacağız.

Kitapta ekolojik savaş komünizmi fikrini, II.Dünya Savaşı’nın ülkelere iklim kriziyle başa çıkmada takip edebilecekleri bir model sunduğu şeklindeki uzatmalı fikrin (COVID-19 pandemisi ile ilgili tartışmalarda takın zamanda yeniden boy vermiş bir mefhum) bir muadili olarak geliştiriyorum. Benim argümanım, II.Dünya Savaşı seferberliği yararlı bir analoji sağlarken, bazı sınırlamalarının da olduğu. Bunların en önemlisi, savaş çabasının fosil yakıtların muazzam tüketimine dayanması ve kapitalist sınıfın konumunu büyük ölçüde sağlam bırakması.

İklim kriziyle başa çıkmak ve zoonotik yayılmayı önlemek ise, egemen sınıfların çok güçlü gruplarının çıkarlarına aykırı olan ve ekonomilerin hızla dönüşümünü kolaylaştıracak acil eylem gerektirir. Nasıl ki II.Dünya Savaşı örneği, Hiroşima’ya başka bir atom bombası atarak küresel ısınmayla başa çıkabileceğimiz fikrine çıkmazsa, Savaş komünizmi örneği de, Bolşeviklerin Rus İç Savaşı sırasında yaptıkları her şeyi kopyalamak anlamına gelmiyor, sadece üzerinde oynayabileceğiniz bir analoji sağlıyor. Daha ziyade, savaş komünizmi, egemen sınıflardan gelen büyük muhalefet karşısında hızlı, devlet odaklı üretim dönüşümü ve ekonominin örgütlenmesi demek. Yeşil bir geçiş, iklim değişikliğini hafifletecek önlemleri ertelemek ve engellemek için şimdiye kadar ellerinden gelen her şeyi yapan fosil yakıt şirketlerine bir dereceye kadar zorlayıcı yetki uygulanmasını da gerektirecektir.

Dominic Mealy
Bunu kitapta “ekolojik Leninizm” çağrısı ile vurguluyorsunuz. Bununla ne demek istediğinizi açıklayabilir misiniz?

Andreas Malm
Anlamlı bir geçişin gerçekleşmesi için kapitalizme meydan okunması gerekeceği göz önüne alındığında, sosyalist miras, yararlanmak için bir dizi kaynak sunuyor. Sosyal demokrasi ile ilgili mesele, hiçbir felaket kavramına sahip olmaması – daha ziyade, tam tersi üzerine kurulu, yani zamanımız olduğu ve tarihin bizim tarafımızda olduğu, yani aşamalı adımlarla sosyalist bir topluma ilerleyebileceğimiz fikri. Tarihsel doğruluğu ne olursa olsun, şimdi durum kesinlikle böyle değil. Kronik bir acil durumda içindeyiz, krizler üssel şekilde ivmeleniyor ve böylece 1950’ler ve 1960’larda İsveç sosyal demokrasisinin karşılaştığından tamamen farklı bir zaman çizelgesi içinde buluyoruz kendimizi. Dolayısıyla, sosyalist mirasın felaket fikrini içeren kısmına bakmamız gerekiyor. Anarşizm, tanımı gereği devlete düşman olduğu göz önüne alındığında, bu görev için de yetersizdir. Statükoyu korumak isteyenlere karşı zorlayıcı yetki uygulamak gerekli olacağı göz önüne alındığında, devlet iktidarından başka bir şeyin gerekli geçişi nasıl gerçekleştirebileceğini görmek inanılmaz derecede zor.

Kronik bir acil durumda devlet gücünü kullanma kavrayışına sahip bir gelenek ararken bariz seçim, anti-Stalinist Leninist gelenektir. Bu geleneğin içinde, Bolşevik Devrimi’nin derslerinden kaynaklanan devlet gücünün tehlikeleri ve çelişkileri hakkında da bir içgörü vardır. Lenin’in 1914’ten sonra tüm stratejik yönelimi, I.Dünya Savaşı’nı kapitalizme karşı ölümcül bir darbeye dönüştürmekti. Bu tam olarak bugün benimsememiz gereken stratejik yönelimle aynı – ve ekolojik Leninizm’den kastettiğim şey bu. Çevre krizini fosil sermayesinin kendisi için bir krize dönüştürmenin bir yolunu bulmalıyız.

Kaynak

Reklam

Andreas Malm ile söyleşi: “İklim Değişikliğini Durdurmak için Ekolojik Leninizm’e İhtiyacımız Var”” için bir yanıt

Add yours

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: